15 Şubat 2008 Cuma

İstanbul'dan bir anne hikayesi...



Ayşe bir cuma akşamı işyerinden çıktı, metroya bindi , çok kalabalık olduğundan ortada kaldı , baktı ; tutunacak yer yoktu. O gün hevesle taktığı kavuniçi renkli şalının püskülleriyle oynamaya ve düşünmeye daldı. Düşündüklerine kendisi de inanamıyordu; keyifle ve heyecanla birkaç kere izlediği Spy Game filmi geldi aklına, iki profesyonel ajan vardı filmde, biri (Robert Redford) diğerini (Brad Pitt) yetiştiriyordu, bildiği herşeyi öğretiyordu ona. Bulunduğu her ortamda, her insanı , her eşyayı, her olayı, her her şeyi takip ediyorlardı, bazen yansımalardan izliyorlar, insanların mimiklerinden, vücut dilinden ne düşündüklerini- durumlarını tahmin ediyorlar, biriyle konuşurken aynı anda başkalarının konuşmalarını dinliyorlar, hiç tanımadıkları birilerinin evlerine girmeyi beceriyorlardı. Ajanlık gerçekten buydu ve onun da bir an için metrodaki tüm bu insanların o anda ne düşündüğünü, hayatlarını, sıkıntılarını merak etti ve başladı tahminler yürütmeye. Buna devam ederken yüzüne masum bir gülücük takıldı, atamadı yüzünden bu ifadeyi. Öylece hiçbir yere tutunmadan, gülümseyerek metroda giden yalnız kadının aklından neler geçtiğini hiç kimse tahmin bile edemezdi, inerken de aynı keyifli, sıcacık gülücükle, insanlara düşünceli düşünceli bakarak yürüyordu. Metronun çıkışında duyduğu şarkıyla dikkati dağıldı ama daha da keyiflenmişti. "Sevmekten kim usanır, tadına doyum olmaz, hangi gönül uslanır, sevenle oyun olmaz...". Cebindeki bozuk paralardan müzisyen kıza verdikten sonra ona çok teşekkür etti ve huzurlu bir akşam diledikten sonra evin yolunu tuttu. Hızlı hızlı yürüyordu, biran önce kızına sımsıkı sarılmak, onu koklamak, doyasıya öpmek için koşarmışçasına yürüyordu. Elif 4 yaşındaydı, akıllı, komik, sevimli, bıcır bıcır bir kız çocuğuydu; uslu denilemezdi ama söz dinlerdi, sorun çıkarmazdı.Yuvaya gidiyordu , oradan henüz hiçbir şikayet getirmemişti annesine. Ayşe ise girdiği her ortamda konuşması dinlenir, esprilerine gülünür akıllı bir iş kadınıydı. Başarılı ve güçlü bir kadın imajı çiziyordu. Haftasonunu kızının istediği gibi geçireceklerine söz vermişti, acaba ne isteyecekti cimcime kızı merakla kapıyı çaldı. Şarkı söyleyerek geliyordu Elif , duyuyordu Ayşe apartmandan ayak seslerini onun, kapıyı açtığı gibi atladı kucağına annesinin İyi ki doğdun anneeeee diye bağırarak, sabah işyerinde farketmişti doğum günü olduğunu ama tamamen aklından çıkmıştı ilerleyen saatlerde, müthiş bir sürpriz olmuştu bu! Kızı onun için bakıcısının yardmıyla harika bir sofra hazırlamış ve en sevdiğinden çikolatalı bir pasta seçmişti. Bundan daha güzel ne olabilirdi ki hayatta...



NOT: Fotoğraf çok aradım yazıya ama beğenemedim bir türlü. Bu fotoğraf ile yazının bağlantısı İstanbul ve benim seçimim-beğenim :))

7 Şubat 2008 Perşembe

Mimlendimmm :))



İlk mim'im :) Hayırlı, uğurlu olsun. Daha nicelerine hep beraber inşallah... :))
Teşekkür ediyorum Sem'e.
Konu: Yapmak zorunda olduğumuz halde bir türlü yapamadığımız kolay işler
.

Çocuk olmak -belki de çocuk kalmak- istiyordu. Zaman ona birikim, bilgi, tecrübe katmıştı fakat ondan huzur, güven, arkadaşlarını hatta dostlarını, yaşama sevincini, olumlu beklentilerini, hayallerini almıştı. Endişeleriyle yaşar olmuştu uçuk kaçık hayaller yerine. Hüzünlü şarkılar dinler olmuştu fıkır fıkır şarkılar dinleyip dans etmek yerine. Keyif almaz olmuştu hayattan, akışına bırakmıştı herşeyi, "Amaaan olursa olur, olmazsa olmaz ne zorlayacağım yaa! Bıktım yaşamaktan, uğraşmaktan, didinmekten, olmuyor işte hiçbir şey istediğim gibi olmuyor." diyor hayatındaki insanları, sorumluluklarını, sosyal hayatını, işini, evini... herşeyini ihmal ediyordu.
Yanlız yaşıyordu, yedi yıl önce ailesinden ayrı eve çıkmıştı, işine, denize, ucuz marketlere yakındı Moda'daki küçücük evi. Haftasonları çalışmaması işinin en hoşuna giden yanlarından biriydi. Son birkaç haftasonlarını tembellik yaparak, bütün gününü internette gezinerek, tv seyrederek, kitap okuyarak geçirmekteydi. Oysa evini temizlemesi, yemek yapması (sürekli dışardan yiyordu ya da ekmek arası birşeylerle geçiştiriyordu), odasını, giysilerini, kitaplarını düzenlemesi gerekiyordu. Cumartesi gününe Moda sahilinde, puslu bir İstanbul sabahında, yağmur yağdı yağacak diyerek, Şebnem Ferah'ın son albümünü dinleyerek yaptığı bir buçuk saatlik bir yürüyüş ile başladı. Hayrandı ona. Şarkıları hem yarasını kaşındırıyordu tatlı tatlı hem de güç veriyordu, cesaretlendiriyordu onu, yaşa diyordu, sımsıkı sarıl hayata, istersen yapabilirsin, inanırsan başarabilirsin, üstesinden gelebilirsin, yeter ki karar ver, iste, inan ve harekete geç! Belki de şarkıda değildi teşvik eden içindeki sesti bilmiyordu. O an önemli olan karar vermesi, istemesi, inanması ve yürüyüşünü bitirip evde kahvaltısını çabucak yiyip ihmal ettiği, ertelediği, boşverdiği tüm işlere evinden başlamasıydı. Evindeki dağınıklığı toparlamakla başladı, temizlikle devam etti. Birkaç saatini almıştı işler; yanlız bu saatlerin sonrasında durup şöyle bir etrafına baktığında evinin aslında ne kadar da yaşanılası, sevimli olduğunu yeniden keşfetti, gülümsedi.
Sıra kendisine gelmişti; haftalardır kendisini de ihmal ediyordu. Günlük cilt bakımını yapmıyor, elleri kuruduğu halde nemlendirici sürmüyor, saçlarına fön çekmiyor, hatta zaman zaman aynaya bile bakmıyordu (bunun nedeni basitti, korkuydu; karamsar ruhunun yüzüne yansıdığını biliyordu, o halini görmek istemiyordu). Duş aldı ardından yavaş yavaş, keyif alarak, önemseyerek, beğenerek kendisiyle ilgilendi, aynaya baktı dakikalarca, inceledi, keşfetti...
Ve işte uzun süredir yapması gereken işleri yapmış olmanın rahatlığıyla (yükünü atmışlığıyla) kendisine nefis kokusuyla mest olduğu sade bir türk kahvesi yaptı, yanına çikolatasını aldı, Çikolata Filmini izlemeye koyuldu. Bu sıcacık filmi seviyordu, kırmızı peleriniyle kasabaya gelen bu kadın çikolatayla harikalar yaratıyor, dükkanından yayılan kokularla herkesi davet ediyordu bu lezzeti tatmaya, dükkanını kapatmak için elinden geleni ardına koymayan belediye başkanına rağmen varolmayı başarıyordu kasabada. O da karar vermişti o gün, inanmıştı, ve harekete geçmişti tüm olumsuzluklara rağmen, engellere, zorluklara rağmen bu hayatı olabildiğince iyi yaşayacaktı; hayatı çeşit çeşit çikolata tadında olacaktı, acısı da olacaktı...