8 Ocak 2025 Çarşamba

Sınırlar...

 


Bu kitabı tesadüfen elime aldım okumaya başladım. Okuyanlar bilir; sınırlarla ilgili sorunu olan birisi ilk sayfalardan daha büyülenmiş gibi olur, okuması gerektiğini anlar 📚

Ben de okudum gelmiş geçmiş en sınır koyamayan bir Seçil olarak 🤷🏻‍♀️

Kitabı okurken anne -babamızla, çocuklarımızla, partnerimizle, arkadaşlarımızla her herkesle ilişkimizde günlük yaşantımızda yaptığımız sınır ihlallerini farkediyoruz.

Yalnız farkındalığım arttıkça kafamın içindeki muhalif ses daha sert konuşmaya başladı ve ben de onun etkisiyle daha gergin oldum.

Mesela; öfkeleniyorsak, bunu dile getirmemiz gerekmekteymiş öfke duyduğumuz kişiye, sorumluluğu almamız lazımmış öfkemizin
amaaaa
o alışılmış sessizlik/tepkisizlik, aman ağzımızın tadı kaçmasın Ali Rıza beycilik, susuyorum ben, ve yine kafamdaki fütursuzca eleştiren/yargılayan o ses....

Daha da sert 🥺

Lütfen yanlış anlaşılmasın, 
çok doğru tespitler içeren, gerçekten yardımcı bir kitap lakin uygulaması, hayata uyarlaması zor, destek gerekli. Ki zaten kitapta da öyle diyor. 

✍🏻Biraz da alıntılar yapalım, bu uyarılar burada dursun.
İhtiyaç halinde okuruz, hatırlarız, toparlarız 🤘🏻

•Sorun, başkalarının sınırlarından ne kadar nefret eder ve direnirsek, başkalarına o kadar bağımlı olacağımızdır. Kendimizle ilgilenmek yerine, başkalarının bizimle ilgilenmelerini bekleriz.

•Başkalarınca denetlenmek, güvenli bir hapishanedir.

•Eğer öfkeliyseniz, birisi size karşı hatalı davranmış olsa da bu konuda bir şeyler yapmak sizin sorumluluğunuzdadır.

•Kırılmış duygular veya öfkeyle ilgilenmemek bir ilişkiyi öldürebilir.

•Bir kimseyle olan ilişkinizin başkalarıyla olan ilişkinizi etkilemesi, sınırlarla ilgili sorunlarınızın bulunduğunu kesin olarak gösterir, çünkü o kişiye hayatınızda gereğinden fazla güç veriyorsunuz demektir.

🪆

'Yaşadım Demek İçin Ne Yapmalı' kitabı hakkında






 Muazzez hanımla tanışmam üniversite birinci sınıfa dayanıyor; İktisat Sosyolojisi dersimizde Sümerli Ludıngırra kitabını okuyoruz bu şekilde öğreniyorum kendisini. 

(Farkındayım geç tanımışım kendisini)

Zaman içerisinde röportajlarına denk geliyorum, yazılarıyla karşılaşıyorum dergilerde vs.

Sonra bir gün sosyal medyadan kendisiyle hayat üzerine söyleşi yapılarak kitaplaştırılacağını okudum, çok heyecanlandım tabii... Örnek alınası, ibretlik neler anlatır diye meraklanmıştım. Bir de 1914 yılında doğmuş, Atatürkümüzle aynı yıllarda yaşamış oluşu da anlatacaklarına merakımı arttırıyordu doğrusu...

Büşra Sanay çeşitli konu başlıkları seçmiş, harika bir sohbet-kitap olmuş. Altını çizdiğim sayfalarla ve okuyup aileme anlattığım hikayelerle dolu bir kitap Yaşadım Demek İçin Ne Yapmalı.


Kitaptan bazı alıntılar

Hayatta en önemli mesele gerçek olabilmektir. ATATÜRK GERÇEKTİ.

Devrimlerimizin bize mesajı şudur: Kadın isterse, her şeyi başarabilecek güce ve kudrete sahiptir.

Saygı; bir yanıyla karşındakinin yaşamını, sen onaylamıyor olsan dahi, yargılamamak becerisidir.

Kendini değiştiremeyen hiçbir şeyi değiştiremez.

Hayatımı Muazzez Hanım gibi dolu dolu yaşamak en büyük arzum diyebilirim. Öğrenmeye devam etmek, üretmek, çocuklarıma iyi örnek olmak benim önceliğim. 



7 Ağustos 2022 Pazar

Denizde 'ben'...



Denizde ben şahaneyim... :) 

Denizde ben; sadece Seçil'im. 

Denize karışmışım, bir parçası olmuşum adeta. 

Tıpkı bir balık gibi veya deniz atı...

Denizin içindeki taşların renklerinin daha güzel daha parlak göründüğü gibi benim de kollarım, bacaklarım, saçlarım her bir noktam denizin içindeyken daha hoş, hareketlerim estetik...

Düşüncelerim olumlu, ruhum huzurlu.

Ben, ben'im sadece ve denizdeyim, iyiyim.

Sırtüstü yatıyorum denizde, açılmışım biraz; altımda muhteşem mavilikte bir deniz, yukarıda gökyüzü bulutsuz, harika; mavinin başka bir muhteşem tonu. Ve ben, onların arasında -belki de içinde- bir kadın.

Yalın. Sakin. 

Her şeyiyle kendini denize teslim etmişçesine oradayım. Andayım. 

Nefes alıyorum, veriyorum, duyuyorum. 

Şükrediyorum, teşekkürlerimi, minnetimi sunuyorum o an, orada bu denli huzuru, dinginliği, 'yaşamı' tattığım için.

💙 

28 Ocak 2022 Cuma

Hayat sürüklüyor bir yerlere...

Hayatta herşey insan için.
Üç yıl beraber yaşadığım anneannem ve dedemden öyle çok şey öğrendim ki... Makedonya'dan biri Üsküp'ten biri Kumanova'dan kalkmış gelmişler, komünizmden kaçmışlar doğrusu. Dedem savaşa katılmış, aç, susuz, zor savaş günleri yaşamış, İstanbul'da ev, iş bulma, ailesini doğdukları topraklardan uzak bir yerde varedebilme uğraşı vermiş. Gün gelmiş evleri çökmüş, gün gelmiş birkaç aile, çoluk çocuk bir evde sıkış pıkış yaşamak zorunda kalmışlar. Yazımın en başında söylediğim söz de dedemden sık sık duyduğum bir nasihattır. Aslında o, yaşadığımız olayların sonunda söylerdi bu cümleyi. Öyle uygundu ki hastalık, çatışma, saldırı, siyaset, abartılı eğlenceler, sosyete denilen yaşam tarzı-insan topluluğu, terör her her şey insan için...
Ben artık İzmir'de yaşıyorum. Bu noktayı koyalı 14 yıl olmuş. Uzun bir zaman sonra yeniden blog sayfamı açtım ve  taslaklarımdan bu dikkatimi çekti, devam ettirerek dönmek istedim :) Yazmaya hep devam etsem de paylaşmamıştım. Şimdi de çok insanın okuyacağını düşündüğümden değil ama yine de içimden geldi işte aktifleştirmek istedim sayfamı.. 
Yıllar içerisinde şehirler değiştirdim, ama yine İzmir'e döndüm, Karaburun'dayız. Şehirden uzaktayız, deniz kenarında bir balıkçı kasabası denebilir filmlerden fırlamış bir tabirle; yazın hareketli kalabalık oluyor, kışın nispeten tenha. Bir Anaokulu, bir İlkokul, bir Ortaokul ve bir Lise var -malum artık 2008'deki Seçil'de olmayan iki çocuğum var okul mevzusu önemli-.  Cafe yok, çay bahçesi var. Bir pastane ve bir fırın var. Her neyse bir yıldan fazla süren alışma ve sevmeye direnme sürecinin ardından yaşadığım yeri yeni yeni kabule geçtim. Burada olmaktan, burada kurduğum düzenimden memnunum diyebilirim.
Yıllar önce bu yazıya başlarken başlık olarak seçtiğim cümle ile yazının ilk cümlesi zihnimdeki hüzünlü noktalara dokundu ve journaling yazdıktan sonra buraya sıçradım, yazmaya devam ettim. Uzun bir ara vermemek dileğiyle yazımı burada bitiriyorum... :)

27 Eylül 2009 Pazar

Sadece birkaç cümle; başlangıç olarak...




Bir konak...
Bir adam...
İki kadın... Zengin ve yani güçlü bir adam ve iki hanımı bu büyük konakta...
Bir kadın İzmirli, diğeri İstanbullu...
İzmirli hanımına duvarında koskoca izmir resmi olan bir oda,
ve istanbullu hanımına duvarında koskoca istanbul resmi olan bir oda...
İki ayrı aşk, tutku, beraberlik bir konakta...
Görünürde eşit davranılan iki kadın...
Peki ya duygular? Hisler?
AŞK???

16 Kasım 2008 Pazar

Yeni Şehrim

İzmir...

Yaşadığım şehri değiştirdim. İşim, yuvam, iletişim gücüm, hayata bakışım, denizim, gökyüzüm, "Evli misin?" sorusuna yanıtım, sorumluluklarım, yemek ve temizlik yapma sıklığım, uyanma saatim, tuttuğum takım, kimi alışkanlıklarım ve daha birçok şey değişti yaşamımda.
İzmir'de bulutlu bir akşamüstü ilk fotoğrafta...
İzmir'i seviyorum.




Ve İnciraltı. Uzun, cafelerle dolu sahili, sandalları, balık tutan İzmirlileri, az da olsa balık-ekmekçileri ile sevdiğim keyif aldığım İzmir'in bir köşesi. Eskiden savaşlara katılmış bir savaş gemisi müze haline getirilmiş burda, eski hali korunmakta. Denizaltısı bile var ve gezilebiliyor. Hava kapalıydı, o güneşin parıl parıl olduğu bir pazar değildi gittiğimizde ama gökyüzünün grisi ayrı bir hava kattı gibi geliyor fotoğraflarıma. Ya da bu benim bugünki ruh halimden dolayı bana hoş geliyor. Bilemiyorum, karar veremedim.


Ülkemin ve dünyanın sıkıntılı geçirdiği bu günlerde, çalıştığım yerde de işten çıkarılmaların başlamasıyla ruhum fazlasıyla bunalmaktai içime sığmamakta. Umarım herşey iyi olur...

15 Şubat 2008 Cuma

İstanbul'dan bir anne hikayesi...



Ayşe bir cuma akşamı işyerinden çıktı, metroya bindi , çok kalabalık olduğundan ortada kaldı , baktı ; tutunacak yer yoktu. O gün hevesle taktığı kavuniçi renkli şalının püskülleriyle oynamaya ve düşünmeye daldı. Düşündüklerine kendisi de inanamıyordu; keyifle ve heyecanla birkaç kere izlediği Spy Game filmi geldi aklına, iki profesyonel ajan vardı filmde, biri (Robert Redford) diğerini (Brad Pitt) yetiştiriyordu, bildiği herşeyi öğretiyordu ona. Bulunduğu her ortamda, her insanı , her eşyayı, her olayı, her her şeyi takip ediyorlardı, bazen yansımalardan izliyorlar, insanların mimiklerinden, vücut dilinden ne düşündüklerini- durumlarını tahmin ediyorlar, biriyle konuşurken aynı anda başkalarının konuşmalarını dinliyorlar, hiç tanımadıkları birilerinin evlerine girmeyi beceriyorlardı. Ajanlık gerçekten buydu ve onun da bir an için metrodaki tüm bu insanların o anda ne düşündüğünü, hayatlarını, sıkıntılarını merak etti ve başladı tahminler yürütmeye. Buna devam ederken yüzüne masum bir gülücük takıldı, atamadı yüzünden bu ifadeyi. Öylece hiçbir yere tutunmadan, gülümseyerek metroda giden yalnız kadının aklından neler geçtiğini hiç kimse tahmin bile edemezdi, inerken de aynı keyifli, sıcacık gülücükle, insanlara düşünceli düşünceli bakarak yürüyordu. Metronun çıkışında duyduğu şarkıyla dikkati dağıldı ama daha da keyiflenmişti. "Sevmekten kim usanır, tadına doyum olmaz, hangi gönül uslanır, sevenle oyun olmaz...". Cebindeki bozuk paralardan müzisyen kıza verdikten sonra ona çok teşekkür etti ve huzurlu bir akşam diledikten sonra evin yolunu tuttu. Hızlı hızlı yürüyordu, biran önce kızına sımsıkı sarılmak, onu koklamak, doyasıya öpmek için koşarmışçasına yürüyordu. Elif 4 yaşındaydı, akıllı, komik, sevimli, bıcır bıcır bir kız çocuğuydu; uslu denilemezdi ama söz dinlerdi, sorun çıkarmazdı.Yuvaya gidiyordu , oradan henüz hiçbir şikayet getirmemişti annesine. Ayşe ise girdiği her ortamda konuşması dinlenir, esprilerine gülünür akıllı bir iş kadınıydı. Başarılı ve güçlü bir kadın imajı çiziyordu. Haftasonunu kızının istediği gibi geçireceklerine söz vermişti, acaba ne isteyecekti cimcime kızı merakla kapıyı çaldı. Şarkı söyleyerek geliyordu Elif , duyuyordu Ayşe apartmandan ayak seslerini onun, kapıyı açtığı gibi atladı kucağına annesinin İyi ki doğdun anneeeee diye bağırarak, sabah işyerinde farketmişti doğum günü olduğunu ama tamamen aklından çıkmıştı ilerleyen saatlerde, müthiş bir sürpriz olmuştu bu! Kızı onun için bakıcısının yardmıyla harika bir sofra hazırlamış ve en sevdiğinden çikolatalı bir pasta seçmişti. Bundan daha güzel ne olabilirdi ki hayatta...



NOT: Fotoğraf çok aradım yazıya ama beğenemedim bir türlü. Bu fotoğraf ile yazının bağlantısı İstanbul ve benim seçimim-beğenim :))