13 Ocak 2008 Pazar

Bir insan...




Hayat ona beklemediği zamanlarda beklemediği kişiler tarafından tokatlar atıyordu. O güvendikçe, karşısına çıkan insanlar daha sert tokatlar hatta yumruklar atmaya devam ettiler. Yıllar geçti, kendisi büyüdü, çocuklar büyüttü ancak işi büyümedi, işi onu hep yarı yolda bıraktı, hep sert çıktı, hep tokat attı hatta yumrukladı; o ise hep sustu, çözüm yolları düşündü, araştırdı taraştırdı, mücadele etti...

O'nun yanında zor zamanında gidebileceği, destek olacağına inanabileceği hiç kimsesi yoktu.
Ya da belki vardı ama o bunun farkında değildi. Ne kadar kötü değil mi; desteğini, yardımını, sıcak ve samimi gülümsemesini esirgemeyecek, sonuna kadar sunacak olan biri var ama o bunun farkında değil...

Yaratan'a isyan etmiyordu ama kırıktı kalbi; kimseye kötülük etmediğini biliyordu hatta zaman zaman fazlasıyla yardım ederdi de neden iyi insan çıkarmamıştı karşısına, neden hep onaydı bu kadar aksilikler??? Hep mi yanlış zamanda, yanlış yerde, yanlış kişilerle oldu, 30 senedir mi yani??? Bu sorular, sorgulamalar, özeleştiriler, ders çıkarmalar bütün huzurunu, yaşama sevincini yokediyor, bir sis bulutu gibi çöküyordu üzerine, dağılmıyordu...

Yaşadıkları öyle ardarda sıralandı ki kendisi ve ailesi de tabi ki kendilerini bir anda müthiş bir sıkıntı, huzhursuzluk bataklığının içerisinde buldular.
Kurtulmak çok zordu.
Mücadele etmeleri, birlikte, omuz omuza, inanarak sarılmaları gerekiyordu hayata.


NOT: Bunu başaracaklar! İnanın :) Evet kader yazılmıştır ama pozitif düşünmek diye de birşey var, iyi şeyler olacağına inanmak, bunun için çalışmak, çabalamak vee o MUTLU SON'u beklemek... Acı sonları oldum olası sevmem :))





4 Ocak 2008 Cuma

Kışın en güzel yanı...




Kış aylarında, akşam saatlerinde odasını dağıtmaz, oyuncaklarıyla oynamaz, annesini bağırtmaz -ya da çıldırtmaz da diyebiliriz-, arkadaşına gitmezdi sokağa da çıkmazdı. Ne mi yapardı? Haberleri takip eder, sabırsızlıkla hava durumuna sıra gelmesini bekler, çıt çıkarmaz otururdu bir yetişkin gibi. Acaba kar yağacak mıydı??? Merakla takip ederdi, içinden anneannesinin öğrettği bütün duaları okurdu, Allah Baba'dan kar yağdırmasını dilerdi. Geceleri odasının perdesini kapatmaz, kar havası pembeliğini beklerdi. Yılbaşı gecesi yağmamıştı kar çok üzülmüştü bu duruma.
Cuma günü tatil coşkusu sarmıştı, unutmuştu kar yağmadı, kartopu oynayamadı sıkıntısını. Sabah uyandı, kahvaltısını etti annesiyle beraber; annesi babasının o gün akşam okul çıkışında onu alacağını, babasını beklemesini söyledi, hasta olan arkadaşlarına çok yakın davranmamasını tembih etti -grip salgındı bulaşmasını istemezdi- ve ekledi "Ne'me lazım belki haftasonu kar yağar, kar topu oynamaya çıkarız ama sen hasta olursan evde camdan izleriz oynayanları!". Çocuk uyanmadan önce sabah haberlerinde duymuştu annesi; haftasonu kar bekleniyordu, süpriz olsun istiyordu oğluna, biliyordu ne kadar sabırsızlıkla beklediğini... Akşam oldu, babası okulun dış kapısında bekliyordu oğlunu; birbirlerini bulmaları kolay oldu. Eve geldiklerinde akşam yemeği hazırdı, çocuğun en sevdiği pudingden yapmıştı annesi. Hep beraber sofraya oturdular, yemeklerini yediler, günlerini nasıl geçirdiklerinden, çocuğun matematik sınavından, patlayan bombalardan bahsettiler. Çocuk anlayamıyordu; ne yapmıştık ki biz onlara, neden orayı burayı bombalıyorlardı, neden birilerini öldürmek istiyorlardı diye sorular soruyordu. Anne ve baba her ne kadar açıklamaya çalışsa da, çocuğun bu küçük yaşta bu gibi olayları kavraması, tazecik beyninde çözümlemesi oldukça güçtü.
Yemekleri ve sofra sohbetleri bittikten sonra televizyon seyrederken uyuyakalmıştı, okulda iki dersleri beden eğitimiydi futbol oynamıştı, yorgun düştü.
Sabah annesi önce en sevdiği şarkıyı ayarladı, odasının perdesini açtı ve uyandırdı; merakla bekliyordu oğlunun sevincini, heyecanını. Nazlı nazlı gözlerini ovuşturarak açmaya çalışırken yağan karı görür görmez sıçrayarak kalktı yatağından, gözleri açılmıştı hemen, müthiş bir gülümsemeyle dışarıya bakıp zıplıyordu olduğu yerde. Elinde olsa camdan fırlayacaktı dışarıya... Hemen çıkmak istedi, arkadaşlarını çağırıp kartopu oynamak, kardanadam yapmak. Önce kahvaltı ettirdi annesi (cebren) hemen sonra kaban, atkı, bere, eldiven kuşanıp, sırayla arkadaşlarını çağırmak üzere evden fırladı.

Çocuk erdi muradına biz çıkalıııım.... nereye olsa??? (En iyisi herkes istediği yere çıksın :))

2 Ocak 2008 Çarşamba


Kapalı güneşsiz bir kış günüydü; bu mevsimi sevmediğini bir kez daha hissetti. Hiçbir şeyin tam olmadığı, bütün olumsuzlukların üst üste yaşandığı o gün hayata dair yaşamaya dair geleceğine dair tüm isteğini, heyecanını, beklentilerini kaybetmişti. Hani öyle olur ya aksilikler hep üst üste gelir, biri bitmeden diğeri, iyi hiçbir şey olmuyormuş gibidir bütün dünyada… İş hayatı, aile ilişkileri, akraba ilişkileri, arkadaş ilişkileri hal bu ya hepsi birden tepetaklak olmuştu birkaç günde.

Yalnız bir ses vardı, bir erkeğin sesi; bir destek, bir dayanak, sığınacağı onu bekleyen bir adam, kilometrelerce uzakta yaşayan ama içinde onunla nefes alan, huzur kaynağı olarak tanımladığı (oysa ki dünyadaki en olumsuz insanlardan biriydi ama nasıl oluyorsa huzur veriyordu ona, bu durumu anlayamıyordu, aşk işte şeklinde açıklanabilirdi belki…), kalp ritmini değiştiren, ilki (sonu olmasını diliyordu), uğruna her şeyden vazgeçebileceği, ruhu gibi, ihtiyaç duyduğu hatta muhtaç olduğu bir sevgili, bir eş, bir erkeğin sesi…

Kendini çaresiz, yalnız hissettiği zamanlarda o ses ona umut veriyordu. Öyle ki kendini bazen sağlam, bazen güzel, bazen kadın, bazen dünyaya gözlerini birkaç saat önce açmış bir bebek gibi görmesini sağlıyordu bu ses. Kızgın bile olsa unutuyordu öfkesini, karşısında olsa sımsıkı sarılır, çekerdi kokusunu içine bırakmamak istercesine.

Ayrı oldukları bir gün yazmıştı bu cümleyi, anlatıyor O'nsuz olamadığını, yaşamayı beceremediğini ve en önemlisi koparıp atamadığını kavuşma arzusuyla birleşen ümidini; "Ve ben hamile bir annenin içinde bebeğini taşıdığı, büyüttüğü gibi günün birinde aşkımıza kaldığımız yerden devam edeceğimiz inancını, umudunu taşıyorum kalbimde...".

Hayatında yapmayacağına dair bahse gireceği her şeyi o adam için yapabilirdi.
Kızdığında (ki bunu sık sık yaşıyorlardı) onu seyretmeyi çok seviyordu. Aslında biliyordu ki öfke duyuyordu ona, çok kızgındı ama nedense onun o haline de aşıktı; keskin, sinirli bakışları, o sıcacık adamın soğuk, uzak duruşu ama bir o kadar da sevecen ve bırakmayacak hali...

Gözleri, bakışları onu mest ediyordu; o baktığı zamanlarda kendini güzel, değerli, başarılı hissediyordu. Dünyasını oluşturuyordu o adam, filmlerdeki beğendiği aşkları onunla yaşıyordu, sokakta gördüğü ve hoşuna giden bir çift gördüğünde ikisini koyuyordu yerlerine, beğendiği aşk şarkılarındaki ikisinin aşkıydı, vitrinlerde gördüğü, beğendiği her erkek kıyafetini onun üzerinde hayal ediyordu; şimdisi, geleceği, hayali, umudu, istediği o adamdı, kahramanıydı (Hero'su)...

Hero'sunu bulmuştu ve bırakmayacaktı...

Hayat=O'ydu.

Herkes dilerim bu yeni yılda aşık olur ve aşkı yaşar, mutlu yıllar :)


Not: Heroes dizisine takıldım,çok belli değil mi :)), severek izliyorum, tavsiye ederim.