7 Şubat 2008 Perşembe

Mimlendimmm :))



İlk mim'im :) Hayırlı, uğurlu olsun. Daha nicelerine hep beraber inşallah... :))
Teşekkür ediyorum Sem'e.
Konu: Yapmak zorunda olduğumuz halde bir türlü yapamadığımız kolay işler
.

Çocuk olmak -belki de çocuk kalmak- istiyordu. Zaman ona birikim, bilgi, tecrübe katmıştı fakat ondan huzur, güven, arkadaşlarını hatta dostlarını, yaşama sevincini, olumlu beklentilerini, hayallerini almıştı. Endişeleriyle yaşar olmuştu uçuk kaçık hayaller yerine. Hüzünlü şarkılar dinler olmuştu fıkır fıkır şarkılar dinleyip dans etmek yerine. Keyif almaz olmuştu hayattan, akışına bırakmıştı herşeyi, "Amaaan olursa olur, olmazsa olmaz ne zorlayacağım yaa! Bıktım yaşamaktan, uğraşmaktan, didinmekten, olmuyor işte hiçbir şey istediğim gibi olmuyor." diyor hayatındaki insanları, sorumluluklarını, sosyal hayatını, işini, evini... herşeyini ihmal ediyordu.
Yanlız yaşıyordu, yedi yıl önce ailesinden ayrı eve çıkmıştı, işine, denize, ucuz marketlere yakındı Moda'daki küçücük evi. Haftasonları çalışmaması işinin en hoşuna giden yanlarından biriydi. Son birkaç haftasonlarını tembellik yaparak, bütün gününü internette gezinerek, tv seyrederek, kitap okuyarak geçirmekteydi. Oysa evini temizlemesi, yemek yapması (sürekli dışardan yiyordu ya da ekmek arası birşeylerle geçiştiriyordu), odasını, giysilerini, kitaplarını düzenlemesi gerekiyordu. Cumartesi gününe Moda sahilinde, puslu bir İstanbul sabahında, yağmur yağdı yağacak diyerek, Şebnem Ferah'ın son albümünü dinleyerek yaptığı bir buçuk saatlik bir yürüyüş ile başladı. Hayrandı ona. Şarkıları hem yarasını kaşındırıyordu tatlı tatlı hem de güç veriyordu, cesaretlendiriyordu onu, yaşa diyordu, sımsıkı sarıl hayata, istersen yapabilirsin, inanırsan başarabilirsin, üstesinden gelebilirsin, yeter ki karar ver, iste, inan ve harekete geç! Belki de şarkıda değildi teşvik eden içindeki sesti bilmiyordu. O an önemli olan karar vermesi, istemesi, inanması ve yürüyüşünü bitirip evde kahvaltısını çabucak yiyip ihmal ettiği, ertelediği, boşverdiği tüm işlere evinden başlamasıydı. Evindeki dağınıklığı toparlamakla başladı, temizlikle devam etti. Birkaç saatini almıştı işler; yanlız bu saatlerin sonrasında durup şöyle bir etrafına baktığında evinin aslında ne kadar da yaşanılası, sevimli olduğunu yeniden keşfetti, gülümsedi.
Sıra kendisine gelmişti; haftalardır kendisini de ihmal ediyordu. Günlük cilt bakımını yapmıyor, elleri kuruduğu halde nemlendirici sürmüyor, saçlarına fön çekmiyor, hatta zaman zaman aynaya bile bakmıyordu (bunun nedeni basitti, korkuydu; karamsar ruhunun yüzüne yansıdığını biliyordu, o halini görmek istemiyordu). Duş aldı ardından yavaş yavaş, keyif alarak, önemseyerek, beğenerek kendisiyle ilgilendi, aynaya baktı dakikalarca, inceledi, keşfetti...
Ve işte uzun süredir yapması gereken işleri yapmış olmanın rahatlığıyla (yükünü atmışlığıyla) kendisine nefis kokusuyla mest olduğu sade bir türk kahvesi yaptı, yanına çikolatasını aldı, Çikolata Filmini izlemeye koyuldu. Bu sıcacık filmi seviyordu, kırmızı peleriniyle kasabaya gelen bu kadın çikolatayla harikalar yaratıyor, dükkanından yayılan kokularla herkesi davet ediyordu bu lezzeti tatmaya, dükkanını kapatmak için elinden geleni ardına koymayan belediye başkanına rağmen varolmayı başarıyordu kasabada. O da karar vermişti o gün, inanmıştı, ve harekete geçmişti tüm olumsuzluklara rağmen, engellere, zorluklara rağmen bu hayatı olabildiğince iyi yaşayacaktı; hayatı çeşit çeşit çikolata tadında olacaktı, acısı da olacaktı...

1 yorum:

Sem dedi ki...

Sevgili Seçil, teşekkür ederim mimi yazdığın için. Hayatı bazen içinde acı biber de olsa, çikolata tadında yaşamanın mümkün olduğunu düşünmek güzel bir şey, umutlu bir şey. Öyküdeki pozitif gidişi, yaptığı işlerin sonunda kendini Çikolata'yla ödüllendirmesini sevdim:))

Bu arada reklam olmasın ama Lindt biberli çikolata çıkarmış:)

Sevgiler